Göz göre göre yanan ormanlarımız: Sessizlik mi daha tehlikeli, ihmalkârlık mı?
Yaz mevsimi yaklaştı, doğa yine insana kucak açtı. Ama sıcaklıkla birlikte orman yangını riski de büyüdü. Türkiye’nin dört bir yanından gelen yangın haberleri artık sıradan birer yaz başlığı değil; hepimizin ciğerine dokunan bir gerçek. Ege’de, Akdeniz’de binlerce dönüm alan alevlere teslim oldu. Peki, hâlâ ormanlara serbestçe giriliyor olması, göz göre göre gelen bu felaketin önünü nasıl kesecek?
Ormanlar, nefesimiz… Ama bu nefesi, piknik ateşleriyle, atılan cam şişelerle, unutulan izmaritlerle kesiyoruz. Uzmanlar defalarca uyardı: Bu sıcak ve rüzgârlı günlerde küçücük bir kıvılcım, her şeyi yok edebilir.
“Tehlike geliyorum diyor ama biz hâlâ bakıyoruz”
Vatandaşlar, bazı bölgelerde bırakın güvenliği, tek bir uyarı tabelasının bile olmadığını söylüyor. Orman kenarlarında hâlâ mangal dumanı yükseliyor, doğaya bırakılan şişeler mercek gibi güneş ışığını toplayıp toprağı tutuşturuyor. Sessiz kalınan her gün, ormanları daha çok kaybettiğimiz bir gün oluyor.
İsyan büyüyor: “Yasak değil, denetim istiyoruz”
Sosyal medyada çığ gibi büyüyen tepkiler, yetkililere net bir mesaj veriyor: “Biz piknikten değil, ihmalkârlıktan yanıyoruz!” İnsanlar, yalnızca bir şeylerin yasaklanmasını değil, akılcı ve etkili önlemler alınmasını istiyor. Ormanlara belirli süreli giriş kısıtlamaları, devriye ve caydırıcı cezalar talep ediliyor.
Uzmanlar tek ses: “Bu acıyı durdurabiliriz”
Yangınla mücadele uzmanları, hâlâ geç değil diyor:
“Sıcak ve rüzgârlı havalarda ormanlara girişler durdurulmalı. Riskli alanlarda geçici yasaklar uygulanmalı. Jandarma ve belediye ekipleri orada olmalı. Önlem alınmazsa, aynı felaketleri yeniden ve yeniden yaşarız.”
Alev alev yitip giden sadece ağaç değil
Bu yangınlar yalnızca ağaçları değil, geleceğimizi, çocuklarımızın nefesini, doğayla kurduğumuz o incecik bağı da yakıyor. Her yıl aynı cümleyi kuruyoruz: “Yine yandı, yine ihmalkârlık.” Ama artık bu zinciri kırma zamanı. Önlem almak, bu kez gerçekten bizim elimizde.